Aldous Huxley mi Haklıydı, George Orwell mı?

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Neil Postman'ın "Televizyon: Öldüren Eğlence" isimli kitabının hemen girişinde George Orwell ve Aldous Huxley'ın gelecekle ilgili öngörülerine dair değerlendirmeler yapılmaktadır.

Bu öngörülerden hangisinin gereçek olduğu konusunu tartışan Postman'a göre Huxley haklı çıkmıştır. Önce Postman'ın söylediklerine kulak verelim sonra George Orwell ve aynı zamanda Fransızca hocası da olan Aldous Huxley'i tanıyalım. Son olarak da Huxley’in öğrencisi Orwell'a meşhur eseri "1984" hakkında yazdığı mektuba bakalım.

Orwell'in uyarısı, dıştan dayatılan bir baskının bize boyun eğdireceği yönündedir. Huxley’in görüşüne göre ise insanları özerklikleri, olgunlukları ve tarihlerinden yoksun bırakmak için Büyük Birader’e gerek yoktur. Huxley’e göre, insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünme yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır.

Orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley’in korkusu ise kitapları yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü artık kitap okumak isteyecek kimsenin kalmayacağı şeklindeydi. Orwell bizi enformasyonsuz bırakacak olanlardan, Huxley pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlardan korkuyordu. Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu.

Orwell tutsak bir kültür haline gelmemizden, Huxley duygu sömürüsüne dayanan içki âlemleri ve tek başına iple asılı bir tenis topuyla oyalanmak gibi şeylerle ömür tüketen Önemsiz bir kültüre dönüşmemizden korkuyordu. Huxley’in Brave New World Revisited'te belirttiği gibi, tiranlığa karşı direnmek üzere daima tetikte bekleyen kamusal özgürlükçüler ile rasyonalistler, "insanın neredeyse sonsuz olan eğlenme açlığı"nı hesaba katamamışlardı. Huxley, Onvell’in 1984’ünde insanların acı çekerek denetlendiğine dikkat çekerken; Brave New World'da insanlar hazza boğularak denetlenmektedirler. Kısacası Orwell bizi nefret ettiğimiz şeylerin mahvetmesinden korkarken, Huxley bizi sevdiğimiz şeylerin mahvedeceğinden korkuyordu. 

George Orwell

Eric Arthur Blair veya daha bilinen takma adıyla George Orwell, 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen kalemleri arasında yer alan İngiliz romancı, gazeteci ve eleştirmen. En çok, dünyaca ünlü Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanı ve bu romanda yarattığı Big Brother kavramı ile tanınır.

Aldous Huxley

Aldous Huxley, İngiltere'nin Surrey bölgesindeki Godalming'de doğdu. Birçok ünlü bilim adamı ve sanatçı yetiştirmiş olan Huxley ailesinden geliyordu. Eton College'da okuduğu sıralar gözlerindeki bir rahatsızlık yüzünden kör olma tehlikesiyle karşılaşınca, öğrenimine ara vermek zorunda kaldı. Sonradan Oxford Üniversitesindeki Balliol College'da okudu.

Romanları ve denemeleriyle tanınmış olmasına karşın kısa hikâyeler, şiir, gezi yazıları, film hikâyeleri ve senaryolar ile de uğraşmıştır. Roman ve denemelerinde sosyal norm ve idealleri, bilimin insan yaşamında yanlış kullanımını eleştirmiştir. Parapsikoloji ve mistik temelli felsefelerle ilgilenmiş ve bu konularda yazılar kaleme almıştır. Özellikle Türkçeye "Kadim Felsefe" adıyla tercüme edilen "Perennial Philosophy" adlı eseri Perennial Felsefeyi çeşitli çevrelerde yeniden gündeme taşımıştır. Ayrıca Cesur Yeni Dünya adlı yapıtı distopya türünün önemli bir örneğidir.

Huxley'in Orwell'a gönderdiği mektup: 

Wrightwood. Cal.
21 Ekim 1949

Sevgili Bay Orwell

Yayıncılarınıza kitabınızın bir kopyasını da bana göndermelerini söylemeniz çok nazik bir davranış. Kitap bana fazlaca okuma ve kaynakça taraması yapmam gereken bir işin ortasındayken ulaştı ve zayıf görüşüm okumamı parçalara bölmemi zorunlu hâle getirdiğinden Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’e başlamadan önce epeyce bir zaman beklemek zorunda kaldım.

Yazılan tüm eleştirilere katıldığım için bu kitabın ne kadar iyi ve ne denli önemli olduğunu size bir kere daha söylememe gerek yok. Bunların yerine kitabın değindiği şeyden, yani nihai devrimden bahsedebilir miyim? Nihai devrim – politika ile ekonominin ötesine geçen ve bireyin psikoloji ile fizyolojisinin topyekun yıkımını hedefleyen devrim – felsefesinin ilk ipuçları, kendisini Robespierre ve Babeuf’un halefi ve tamamlayıcısı olarak gören Marquis de Sade’de bulunabilir. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te yönetimde olan azınlığın felsefesi, cinselliğin ötesine geçerek ve onu reddederek mantık dayanaklarına taşınan bir sadizmdir. Gerçekte yüzünüzü-çiğneyen-çizme yönetimi benimseyenlerin politikalarının sonsuza kadar sürebilmesi şüpheli görünüyor.

Benim düşünceme göre, siyasi gücü elinde tutanlar, yönetmenin ve güce olan şehvetlerini tatmin etmenin daha az meşakkatli ve müsrif yollarını bulacaklardır. Ve bu yollar benim Cesur Yeni Dünya’da tarif ettiğime benzeyecektir. Geçenlerde cinsel çekim ve hipnoz konularına göz atma fırsatım oldu ve 150 yıldır dünyanın öğrenmeyi reddettiği Mesmer, Braid, Esdaile ve diğerlerinin keşifleri beni epeyce etkiledi.

Bir yandan hakimiyetini kuran materyalizm, bir yandan da saygınlıklarını koruma kaygısı nedeniyle 19. yüzyıl filozofları ve bilim insanları, politikacılar, askerler ve polisler gibi pratik insanların yönetim alanlarında kullanabilmeleri için insan psikolojisinin daha tuhaf yanlarını araştırmaya pek yanaşmadılar. Babalarımızın gönüllü cehaleti sayesinde, nihai devrimin ayak sesleri beş ya da altı jenerasyon sonrasına ertelendi. Bir başka şanslı rastlantı ise Freud’un başarılı bir hipnoz gerçekleştirmede yetersiz kalması ve sonuç olarak hipnozu küçümsemesiydi. Bu durum hipnozun psikiyatride genel kullanımını en az kırk yıl erteledi. Ama artık psikanaliz hipnozla birlikte uygulanmaya başladı, ve hipnoz, yatıştırıcıların kullanılmaya başlanmasıyla birlikte çok daha etkili ve süresi belirsiz olarak uzatılabilir hâle geldi. Bu da en boyun eğmeyen ve tedaviye cevap vermeyen deneklerde bile hipnoid ve kolay etkilenebilir bir durum yaratılmasını sağladı.

İnanıyorum ki sonraki kuşaklarla birlikte dünyayı yönetenler, çocukları koşullandırmanın ve narkohipnozun bir yönetim aracı olarak hapishanelerden ve kulüplerden daha etkili olduğunu görecekler ve güce duyulan şehvetin, insanları esaretlerini sevmeye teşvik ederek ve onları itaate iterek de tamamen tatmin edilebildiğini fark edecekler. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, bence Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te yaratılan kâbusun kaderi, benim Cesur Yeni Dünya’da yarattığıma benzer bir dünyanın kâbusuna uyarlanmaktır. Bu değişim de verimi arttırmak için duyulan ihtiyacın bir tezahürü olarak ortaya çıkacaktır. Bu sırada, tabii ki geniş çaplı bir biyolojik ve atomik savaş da gerçekleşebilir ki bu durumda daha başka ve hayal edilmesi zor türde kâbuslarımız olabilir.

Kitap için tekrar teşekkürler.

Saygılarımla,

Aldous Huxley

Kaynakça:


© 2024 Nurullah Bora. Sitedeki içerikler izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları saklıdır. NB